1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"Şahsım" ülkesinin kadınları

Türkei Banu Güven
Banu Güven
4 Temmuz 2021

Kadını aile düzenine girmezse, anne olmazsa eksik gören, kurduğu bakanlığa Kadın Bakanlığı bile diyemeyen bir iktidarın eylem planına kadınlar neden inansın? Banu Güven DW Türkçe’de yazdı.

Fotoğraf: Fatima Çelik/DW

1 Temmuz 2021'da takvimden bir yaprak düşerken, Türkiye de insan hakları dünya liginde küme düştü. Birleşmiş Milletler’in (BM) ev içi ve kadına yönelik şiddeti önlemede "altın standart" kabul ettiği İstanbul Sözleşmesi’nden, "Cumhurbaşkanı Kararı" adı altında, tek imzayla vazgeçti. Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’de yönetim şeklinin tek adam rejimi olduğunu daha iyi ispat edemezdi.

Kadınlar, kadın örgütleri ve partiler, bu kararın uygulanmasını engellemek için bir umutla yargı yoluna başvurdu. Ne var ki Erdoğan’ın karşısında Danıştay 10. Dairesi de duramadı. Üç hakim, mecliste halkın vekillerinin onayladığı uluslararası bir sözleşmeden, Cumhurbaşkanı‘nın parmağını şıklatmasıyla çıkılabileceğine hükmetti. Erdoğan’ın kararının yargı konusu olamayacağını söyleyenler arasında, bir kadın hakim de vardı. Danıştay hakimliğine Erdoğan tarafından seçilen, eski İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde hukuk müşaviri Lütfiye Akbulut. Danıştay 10. Dairesi’nin bir kısmı, Türkiye’nin "Şahsım ülkesi" olduğunu onaylarken, diğer iki hakim "TBMM’nin onayladığı sözleşmeden çekilme kararının yine TBMM tarafından alınması gerekir" diye hukuku hatırlatıyordu. Danıştay kararı, Türkiye’nin sözleşmeden resmen çekileceği tarihten tam bir gün önce çıktı.

Erdoğan planlamasını da 1 Temmuz’a göre yapmıştı. Cumhurbaşkanı tam da kadınların "1 Temmuz’da İsyandayız" protestosuna hazırlandıkları saatlerde, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4. Ulusal Eylem Planı’nı açıkladı. Tüm dünyaya kadına karşı şiddetle mücadelede "yerli ve milli" yöntem ne olacak, onu ilan etti. Ama yine lafı aileye getirerek, aileyi her şeyin önüne koyarak. "Mesela aile yapımızla ilgili hassasiyetlerimizde kadın ne kadar sorumluluk sahibiyse, erkek de aynı derecede mesuliyet sahibidir. Her ne sebeple olursa, şayet aile yapımızda bir bozulma varsa, bunun sorumluluğunu sadece kadına veya erkeğe yüklemek sorunun yarısını görmezden gelmek demektir" gibi, asıl sorunu görmezden gelen ifadeler kullanarak.

Kadınlar size neden inansın?

Erdoğan 1 Temmuz konuşmasında, kadına yönelik şiddetle mücadelenin İstanbul sözleşmesiyle başlamadığını ve bu sözleşmeden çekilmekle bitmeyeceğini de söyledi. Öyle olsaydı, Bursa’da bir kadın daha önce yedi kez şikayetçi olduğu adam tarafından hala bıçaklı tehditle kaçırılamazdı. Öyle olsaydı, kadını korumak, tesadüfen oradan geçen bir kadın gazeteciye düşmezdi. Öyle olsaydı, adamın hakkında çoktan uzaklaştırma kararı alınmış olurdu. Adam da ayağında elektronik kelepçeyle evde otururdu, elinde koca bir bıçakla kendisinden ayrılmak isteyen kadının peşine düşmezdi. Daha önce de darp ettiği kadını bıçakla tehdit edemezdi. Öyle olsaydı, kadını arabadan indirip adamın belinden bıçağını alan kadın gazeteci Derya Evren de canını tehlikeye atmış olmazdı.

Fotoğraf: Bulent Kilic/AFP/Getty Images

Dikkatlerden kaçmasın. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, bu olayın ardından sanki marifetmiş gibi gazeteci Derya Evren’i arayıp, tebrik etti, "Bu dosyaya da bakacağız" vaadinde bulundu. Kendisini tehdit eden adamla ilgili yedi kez başvuruda bulunduğu söylenen bu kadının korunmamış olması bir skandal değilmiş gibi.

Eğer Erdoğan’ın dediği gibi AKP kadına yönelik şiddet konusunda samimi bir mücadele içinde olsaydı, "Ben ölmek istemiyorum" sözleri aklımızdan çıkmayan Emine Bulut bugün hayatta olurdu. Boşandığı kocası boğazını kesmeden önce bir karakola sığınan Emine Bulut, şikayet etsin etmesin, çocuğuyla beraber polis korumasına alınmış olurdu. Eski kocası da yakalanır, en hafifinden uzaklaştırma cezasıyla kadından ve kızından uzak tutulurdu. Emine Bulut’la ilgili, "6284 Sayılı Kanun kapsamında herhangi bir risk görmediğini" söyleyen ve koruma tedbir kararı uygulamayan polis memuru da, daha soruşturma sürerken görevine iade edilmezdi.

"Boşanma olmasın da…"

Şimdi "Bu olaylar istanbul Sözleşmesi varken oldu" diyenlere verecek tek cevap var: Siz İstanbul Sözleşmesi’nin sadece adını istediniz. Toplumsal cinsiyet kavramıyla, LGBT+ bireylerin de ev içi şiddetten korunması yükümlülüğüyle karşılaşınca bocaladınız. Kadının son çare olarak boşanma yoluna başvurmasını istediğiniz, esasta aileyi korumak istediğiniz için bu sözleşmenin size getirdiği yükümlülüklerden kurtulmak istediniz. "Kadınlar boşanmak istemeseler öldürülmezlerdi" gibi argümanlara prim verdiniz. Sözleşme’yi tam olarak uygulamak konusunda isteksiz davrandınız. Bu yüzden kadın cinayetlerinin engellenmemesinde pay sahibisiniz.

Banu GüvenFotoğraf: Privat

Kadını, aile düzeni içine girmezse, anne olmazsa eksik gören, kurduğu bakanlığa "Kadın Bakanlığı" bile diyemeyen, bunun yerine, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı diyen bir iktidara, kadınlar neden inansın?

Hele o koltukta, salgının ilk döneminde kadına şiddet olaylarındaki artışın "tolere edilebilir" düzeyde arttığını söyleyebilen bir bakan otururken? Bu yüzden kadınlar kararlı. "Şahsım"ın sözünü değil, İstanbul Sözleşmesi’nin sözünü esas alacak ve yaşam hakkı için dayanışmaktan ve mücadeleden vazgeçmeyecekler.

 

Banu Güven

© Deutsche Welle Türkçe

Banu Güven Gazeteci ve TV moderatörü. Türkiye, Almanya ve dünyadaki gelişmeler üzerine yazılar kaleme alıyor.
Sonraki bölüme git Bu konuda daha fazla içerik